NÜKLEER SANTRALLARIN ÇÖZÜM BEKLEYEN SORUNLARI

Nükleer Santralların Çözüm Bekleyen Sorunları

 

Prof. Dr. Fuat İNCE - fuat@bilimania.com

 

ABD’deki bir grup bilimci tarafından kurulmuş olan, adı kaygılı bilimciler veya sorumluluk duyan bilimciler birliği olarak çevrilebilecek “Union of Concerned Scientists” (UCS), toplumu ilgilendiren konularda bilimsel görüşlere dayalı raporlar yayınlar. Bunlardan biri de “Nükleer Gücün Yeniden Canlanması Önemli Sorunlar Getirmekte” (A Resurgence of Nuclear Power Poses Significant Challenges) başlığı ile 2009 yılında yayınlanan rapordur.

 

Rapor Fukushima kazasından önce ve ABD’deki durum için yazılmıştır. Ancak ele alınan hususlar Türkiye dahil birçok ülke için gene de geçerli ve önemlidir. Akkuyu ve Sinop’ta yapılması planlanan nükleer santrallar yanında, ilerde Türkiye’de ve çevre ülkelerde yeni yeni nükleer santralın yapımı düşünüldüğünde, bu kısa raporun hem yetkililer hem de ilgilenen diğer kişiler tarafından dikkate alınacağını umarız.

 

Bununla birlikte bu yazının amacı nükleer santrallara karşı çıkmak değildir. Enerji ihtiyacımızın karşılanmasında nükleer santralların bir yeri olabileceği kabul edilmektedir. Ancak bu işlere girişirken, politik düşüncelerle değil, uzman görüşlerini dikkate alarak, uluslararası standartlara uygun, ve uluslararası kuruluşlarla yakın işbirliği içinde bulunarak hareket edilmesi zorunluluğunu ifade etmek istiyoruz.

 

2011’deki Fukushima kazası birçok ülkede nükleer santral kurma planlarını erteledi. Hatta Almanya ve belki başka ülkelerde toptan iptaline yol açtı. Halbuki Fukushima öncesinde ABD’de, bir nükleer rönesanstan bahsedilir olmuştu. Enerji ihtiyacının sera gazları ve küresel ısınmaya neden olmadan karşılanması ve ucuz elektrik üretimi için, nükleer enerji geleceğin enerji kaynağı olarak görülmekteydi. ABD’li elektrik üretim şirketleri 30 yeni nükleer santral yapmak için planlar geliştirirken, bazıları yüzyılın ortalarına kadar bu sayının 300’e çıkması gerektiğini bile savunmaktaydılar.

 

Fakat UCS birliğine göre bu öngörülerin gerçekleşmesi yolunda çalışmalara başlamadan önce çözüm bekleyen kritik sorunlar vardır. Aşağıda 2009 tarihli raporda yazılanlar yanında, rapor sonrası ortaya çıkan gerçeklere de tarafımızdan yer verilmiştir.

 

ABD açısından bakıldığında nükleer enerji dışa bağımlılığı azaltmayacak görünüyor. Çünkü nükleer yakıtın %80’i ithal edilmekte. Bunun en büyük kaynağı da Rusyadır. Türkiye’de kurulması planlanan nükleer santrallarda yakıt için dışa bağımlılık %100 oranındadır. Bunun kaynağı Akkuyu için Rusya, Sinop için Fransa ve Japonyadır.

 

Raporda öngörülmeyen bir durum çok yakında ortaya çıkmıştır. Rusya kendi kullandığı ve ABD’ye sattığı nükleer yakıtı, kullanımdan kaldırılan eski nükleer savaş başlıklarından elde etmekteydi. Bu savaş başlıklarının imha işlemi 2013 sonu itibariyle sona ermiş bulunduğu, ve yeni uranyum zenginleştirme tesisleri kurulmadıkça yeterli zenginleştirilmiş uranyumun tükenme yolunda olduğu yazılmaktadır. Yeni uranyum zenginleştirme tesislerinin kurulması ise ayrı bir pahalı ve karmaşık iştir, ve güvenlik riskleri de taşımaktadır.

 

ABD için bir başka dışa bağımlılık, ülkede artık nükleer santral üreticilerinin kalmamış olmasıdır. ABD’deki nükleer santral üreticileri piyasadan çekilmiş, bu alanda Rusya (Rosatom), Fransa (Areva) ve Japonya (Mitsubishi) şirketleri kalmıştır.

 

Raporda sorunlar şöyle sıralanmaktadır:

 

Ekonomik ve Finansal Sorunlar

Nükleer Güç Santralları (NGS) inşaası çok pahalıya mal olmaktadır. Fosil yakıt santralları inşaası için ek bir atmosferi kirletme vergisi konsa bile, gene de NGS maliyetleri, riskleri gibi yüksek kalmaktadır. 2009 tarihli rapor, NGS maliyetlerinin 5-10 yıl öncesi tahminleri çok aşmış bulunduğunu yazmaktadır. Raporda verilen, santral başına ortalama 9 milyar dolar dolayında maliyet, elektirk gücü verilmediği için bize bir anlam ifade etmemektedir. Ancak  Dr Necmi Dayday’ın aşağıda kaynak gösterilen yazısındaki rakamları burada verebiliriz.

 

Buna göre Rusya, Çin ve Güney Kore’de kendileri tarafından yapılan NGS maliyeti, KWe başına 2400-2600 dolar dolayındadır. Ancak aynı ülkeler Türkiye, Pakistan, Birleşik Arap Emirliklerinde NGS inşa ettiklerinde, bu rakam kabaca 1,7-2 katına çıkmaktadır. Rusya tarafından Akkuyu’da yapılması planlanan NGS, 4800 MWe gücünde olacak ve 22 milyar dolarlık bir etiket taşıyacaktır. Bu da KWe başına 4583 dolara gelmektedir.

 

İnşaası yıllar süren NGS’lerin en azından 10 milyar dolar ve üstü olan maliyetlerinin finansmanı zor ve riskli bulunmaktadır. ABD’de yeni NGS yapacak şirketlerin banka kredileri bulmalarında kolaylık sağlamak üzere Kongre 18,5 milyar dolarlık bir garanti fonu ayırmış bulunmaktadır. Fakat endüstrinin ihtiyacı ve isteği 100 milyar dolar dolayındadır.  Devlet desteği olmadan bu pahalı teknolojinin risklerinden yatırımcıyı koruyacak finansman sağlamayı, ne endüstri, ne de bankerler göze alabilmektedir. Nükleer ve finans endüstrisinin geçmişi bu konuda parlak değildir. Yatırımcıların risklerden korunmasının, spekülasyon, varlıkların terkedilmesi ve devlete yüksek maliyete malolan kurtarma operasyonları ile sonuçlandığı bilinmektedir.

 

Güvenlik Sorunları

Geçmiş yıllarda nükleer endüstri, yeni nesil nükleer santralların kendiliğinden (inherent) güvenli olacağını iddia etmekteydi. Fakat son zamanlarda bu iddialarından vazgeçmiş gibiler. Yani bir kaza, sabotaj veya terörist saldırısı sonucu çevreye büyük miktarda radyasyon yayılması olasıdır [Tekrar anımsatalım ki bu yazı 2009’da yazılmıştır. Fukushima’dan sonra “kendiliğinden güvenli olma” iddiaları tekrar gündeme gelmiş bulunmaktadır.]

 

Harcanan yakıtı yeniden işleme (reprocessing) teknolojisi bir yandan olumlu yanlarıyla savunulurken, diğer yandan da kötü niyetli kişilerce bomba yapma amacıyla çalınma riskini artırmaktadır. Bir nükleer kazadan sonra doğacak korku ve güvensizlik tüm  endüstrinin geleceğini karartabilir.

 

Nükleer Atık Sorunu

Nükleer atıklar halen belirli sürelerle beton bloklar içinde nükleer santral arazisi içinde güvenle depolanabilmektedir. Ancak eğer endüstri büyüyecekse uzun süreli veya süresiz depolama kritik bir sorun olmayı sürdürmektedir. 50 yılı aşkın bir süre geçmesine karşın hiçbir ülke, nükleer atıkların kalıcı depolanması konusunda resmen bir çözüm getirebilmiş değildir. Kalıcı bir nükleer atık depolama yeri olarak önerilmiş olan ABD Nevada’daki Yucca dağı projesi, 20 yıllık uğraşılardan ve 13,5 milyar dolar harcandıktan sonra, çözülemeyen, teknik, yönetsel ve politik sorunlar nedeniyle Obama yönetimi tarafından sonlandırılmıştır. ABD’de yeni bir kalıcı depolama alanı da belirlenmiş değildir.

Su Sorunları

Nükleer santralların büyük miktarlarda soğutma suyuna ihtiyaçları vardır. Akarsu kenarlarında kurulan santrallar kuraklık dönemlerinde su azaldığından üretimi kısmak zorunda kalmışlardır. Küresel ısınmanın bazı bölgelerde kuraklığa yol açacağı öngörüleri yanında bu hususun düşünülmesi gerekir. Deniz ve okyanus kenarlarında böyle bir sorun yok gibi görünüyorsa da santral civarında suların birkaç dereceye kadar ısınacağı hesaplanmakta ve bunun sudaki canlı yaşamına olumsuz etkileri olacağı kabul edilmektedir.

Konumlandırma ve İzin Sorunları

Büyüklüğü ve kendine özgü riskleri, nükleer santrallar için yer seçimini zorlaştırmaktadır. Fukushima öncesinde nükleer santralların toplum tarafından kabul edilme oranında bir artış görülmekteydi. Ancak Fukushima sonrası bu oran eskisinin çok altına inmiştir. Şimdi toplumun NGS’leri kabullenme oranı, daha önce en düşük düzeydeki kömür santrallarının da altındadır. NGS’lerin ruhsatlandırması ayrı bir sorundur. Çok uzun süren ve karmaşık olan bu süreci, toplumdan gelecek tepkiler daha da uzatmasın diye ABD’de bazı zorlaştırıcı önlemler alınmıştır. Bu önlemler toplumun nükleer santrallara güvenini daha da azaltmaktadır.

Altyapı sorunları

Son 20-30 yıldır ABD’de nükleer konulardaki altyapı, bir eskime ve küçülme içindedir. ABD üniversitelerindeki nükleer mühendislik bölümlerinin sayısı 1970’lerdekinin yarısına inmiştir. Yine 1970’lerde nükleer vasıfta malzeme üreten firma sayısı 400 iken bugün 80 dolayına düşmüştür. En önemlisi küresel bazda bakıldığında reaktör basınç kazanı gibi büyük parçaları yapabilen Dünya’da sadece 2 tesis vardır. Bugün tüm Dünya’nın reaktör üretme kapasitesi yılda sadece 12 reaktördür. Bu rakam 2030 yılına kadar değişmeyecektir. Ancak planlar gerçekleşirse, 2050 yılına doğru 54’e çıkabileceği öngörülmektedir. Bu durumda yıllık 12 reaktör kapasitesinin tüm ünya ülkeleri arasında paylaşılması gerekmektedir.

 

Nükleer yakıt temini ayrıca bir sorundur. Nükleer endüstri yanlılarının istedikleri ve yüzyılın ortalarına kadar öngördükleri Dünya’da 1000 MW gücünde yapılacak 1000 nükleer reaktör için 10-20 yeni uranyum zenginleştirme tesisinin de yapılması gerekir. Bu tesisler yapılırsa, ortaya çıkacak atıkların süresiz depolanabilmesi için dört yılda bir yeni bir Yucca Dağının hizmete girmesi gerekir ki daha birincisi bile ortada yoktur.

 

Bütün bunlardan sonra, eğer küresel ısınmanın getireceği yıkımdan kurtulmak isteniyorsa fosil yakıtlardan en kısa sürede kurtulmak ve yüzyılın ortalarında karbon salınımlarını %80 azaltmak gerekir. Artan enerji talebi yeni enerji tutumlu teknolojilerle azaltılabilse ve yenilenebilir enerjilere yoğun yatırımla kısmen karşılanabilse bile, ciddi bir enerji açığından kaçınmak mümkün görünmemektedir.

 

Bu durumumda nükleer santralların bir seçenek olarak masada kalması kaçınılmazdır. Fakat UCS bilimcilerine göre ABD için bile, aceleyle çok sayıda nükleer santral yapımına girişmeden önce hükümet ve endüstri, konunun teknik, ekonomik ve güvenlik sorunlarını ciddi olarak ele almak ve çözümler getirmek durumundadır.

 

Türkiye olarak ise geleceğimizi yabancı şirket ve devletlere emanet etmek yerine, öncelikle ulusal bilgi kaynaklarımızı en üst düzeyde harekete geçirmeli, kullanmalı, ve tarafsız uluslararası bilimsel ve meslek kuruluşlarıyla işbirliği içinde ilerlemeliyiz.